
Azerbaycan kültür portalı olan kulis.az sitesinde, ülkenin en önde gelen yazar ve araştırmacılarından, Azerbaycan Yazarlar Birliği'nin Başkanı Anar Rzayev'in kaleme aldığı "Dilimizi Yaşatanlar" makalesini okurlarımızla paylaşıyoruz.
Edebiyatımızda, özellikle şiir tarihimizde folklorun yeri, diğer milletlerin söz sanatındakinden daha büyük ve önemlidir. Yerli Oğuz dillerinde (Türkçe ve Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Gagauzca) oluşturulan folklor örneklerini Rus sözlü edebiyatıyla karşılaştırdığımızda bu daha da netleşir. Düşünce, duygu, imge, ifade kolaylığı, hayatın en çeşitli ve ciddi meselelerine karşı tavır açısından eski şarkılarımız Rus chastushkalarından çok daha zengindir.
Elbette "Aşık Yabancı" destanımızdan Puşkin, Rus folkloru ve Lermontov gibi dahilerin yararlandığını unutmamak gerekir, ancak buna rağmen Rus halkının sözlü edebiyatı Puşkin ve Lermontov, Tutçev ve Nekrasov ile yan yana duramaz. . Oğuz şiirine gelince, sözlü edebiyatın temsilcileri sayılan Gurbani, Karacaoğlan, Abbas Tufarganlı, Dadaloğlu'nun mirası Yunis İmre, Molla Penah Vagif ve Mahdumgulu ile aynı çizgidedir.
Bunun temel nedeni, adı geçen söz ustalarının ve daha birçok söz ustasının dilimizin saflığını yüksek bir sanatsal düzeyde korumalarıdır. Dede Korkut ve Yunis İmre dili bu büyük söz ustaları tarafından yaşatılmıştır.
Türk araştırmacıların "divan edebiyatı", ülkemizde "klasik edebiyat" olarak adlandırılan yazılı söz sanatımız, Orta Çağ modasına göre Arapça başta olmak üzere çoğunlukla Farsça olarak oluşturulmuş, mesneviler, gazeller ve kendi dilimizde yazılan kasideler, karmaşık Arapça-Farsça bestelerle ve üç katlı izafetlerle doluydu.
Fuzuli şöyle yazıyor:
Ol səbəbdən farsi ləfzilə çoxdur nəzm kim,
Nəzmi-nazik türk ləfzilə ikən düşvar olur.
Məndə tovfiq olsa bu duşvari asan eylərəm,
Növbahar olqaç dikəndən bərqi-gül izhar olur.
Dâhi Fuzuli, Leyli ve Mecnun'u ve divanını Türkçe yazmasına ve kendi ana dilinde yüksek şiir yazma işini kolaylaştırmasına rağmen, bugün onun eserlerini Arapça-Farsça söz varlığı ile okumak durumunda kalıyoruz. Altı yüz beş yüz yıl önce yaratılan beyitleri, geraylileri, bayatları sözlüksüz okuyoruz.
Hatırlıyorum da lisede, muhtemelen sekizinci sınıfta, ders kitabımızda Kasım Bey Zakir'in "Suzi tapishi nari sagar garchi yamandır" mısralarını hiçbir şey anlamadan ezberlemiştik (şimdi hatırladım!). Ancak Zakir'in "Durnalar" ve bunun gibi diğer şiirlerinin sade, saf dili herkes tarafından anlaşılır.
Bugün bile sözlü edebiyat örneklerimizi ders kitaplarımızda yeri geldiğinde, her sınıfa ve yaşa göre öğretirsek, öğrencilerde şiire ve sanatsal sözlere ilgi uyandırmış oluruz.
Karşılaştırma için dört örneğe dönelim. Azerbaycan edebiyatından Habibi, Gurbani, Anadolu edebiyatından Baki ve Karacaoğlan.
Safevi sarayında şairlerin kralı olan "Melik uş-şuara" unvanını kazanan ve Şah İsmail'in büyük bir mizah ve sempatiyle karşıladığı Habibi'nin hala görece açık gazelinden birkaç mısra:
Ger səninçin kılmazam çak, ey büti-nazikbeden,
Görüm olsun şol kəba, eynimde pirahen-kefen
Çıkmaya sevdayi-zülfün başdan ey mah, ger yüz yıl
Üstükani-kellem içre tutsa aqrebler vatan
Düşdü şebnem bağı, gel, ta gül nisar etsin sana,
Sebzenin her berkinə bir dür ki, tapşırmış çemen.
(Bu gazel Fuzuli tarafından alıntılanmıştır)
Şimdi o dönemde yaşayan ve yaratan Dirili Gurbani'nin Şah İsmail'e hitaben yazdığı şiiri okuyalım:
Mürşidi-kamilim, şeyh oğlu şahım!
Bir arzım var kulluğuna şah menim
Aziz başın üçün oku yazğımı,
Agah ol halımdan gahbagah menim!
Derin-derin deryaları boyladı,
Sencer alıb kara bağrım teyledi,
Oğlu ölmüş vezir kaza eyledi.
Getmez dimağımdan dudi-ah menim.
Şair olan dersi alar pirinden,
Baş açmadım sağ rakibin sırrından
Kolu bağlı geçdim Hudafərindən,
Yüzüm gülmez heç açılmaz, ah, menim.
Kurbani'nin şiirinde dilin sadeliği ve saflığı en ince imaların yaratılmasına engel değildir:
Başına döndüyüm ay gözel peri,
Adetdir, dererler yaz benövşeni
Ağ nazik elinle bir deste bağla
Ter buhak altına düz benövşeni.
Tanrı seni hoş camala yetirmiş
Seni gören aşık aklın yitirmiş
Melekler mi dermiş, göydən getirmiş,
Heyif ki deribler az benövşeni.
Kurbani der: könlüm bundan sayrıdı,
Ne etmişem yarım menden ayrıdı?
Ayrılık mı çekib boynu eğridir.
Heç yerde görmədim düz benövşeni.
1993 yılında İstanbul'da Türkiye Yazarlar Sendikası kongresinde konuşurken Kurbani'nin bu şiirinin son kıtasını okumuştum, "Ayrılık mı çekib boynu eğridir" mısrası büyük yazar Yaşar Kemal'i büyülemişti. Konuşmamdan sonra bu mısraları (Türkler benövşeye menekşe derler) bir daha tekrar etmemi istedi ve aslı gibi cüzdanına yazdı.
16. yüzyıl Türk divan edebiyatının baş tacı olarak adlandırılan Baki'nin gazelinden birkaç mısra:
Hoş geldi bana mey-kedenin âb ü havâsı
Billâh güzel yerde yapılmış yıkılası
Dikkatler ile seyr ederiz yâri serâpâ
Görmez mi idik biz de eğer olsa vefâsı
Dünyâ değer ol mâh-likaa dilber-i garrâ
Yusuf’ta dahi yoktur anı hüsn ü behâsı
Şimdi aşağı yukarı aynı dönemde yaşamış olan Karacaoğlan'ın şiirini okuyalım:
Sabahtan uğradım ben bir güzele
Ala gözlerine sürmeler çekmiş
Taramış zülfünü dökmüş bir yana
Salıvermiş ince belin üstüne
Alma alma yanakları al gibi
Boyu uzar gider selvi dal gibi
Seherde açılan gonca gül gibi
Sandım kan damlamış karın üstüne
Çıka çıka çıktım yoluna vardım
Verdiği çevreyi koluma sardım
Uğruna ölümü gözüme aldım
Divanına durdum yolun üstüne
Veya:
Nedendir de kömür gözlüm nedendir
Şu geceki benim uyumadığım
Çetin derler ayrılığın derdini
Ayrılık derdine doyamadığım
Dostun bahçesine yad eller dolmuş
Gülünü toplarken fidanın kırmış
Şurda bir kötünün koynuna girmiş
Şu benim sevmeye kıyamadığım
Veya:
Eladır gözlerin karadır kaşın
Aradım cihanı bulunmaz eşin
Yaylanın karından beyazdır döşün
Uzanıp üstüne ölesim geldi
1999 yılında Bakü'de derleyip yayımladığım "Binbeşyüz yıllık Oğuz şiiri" antolojisinde Karacaoğlan'a da geniş yer verilmiştir. Şimdi hatırlamadığım bir kaynağa dayanarak doğum ve ölüm yıllarını şu şekilde gösterdim: (1606? - 1679?).
Türk araştırmacılarından Ahmet Kudsi Tecer, Karacaoğlan'ın 16. yüzyılın başlarında yaşadığını, hatta muhtemelen 15. yüzyılın ortalarında yaşadığını iddia etmektedir. Tecer'in iddialarını haklı çıkaran Ahmed Kabakli, çok ciltli Türk Edebiyatı'nın ikinci cildinde, Karacaoğlan'ın güçlü üslubu ve popüler beğeniye bağlı mecazlarıyla 17. yüzyıl şairi olmadığı, daha önce (15. , 16.) yüzyıllarda yaşadığını ileri sürer.
Şiirlerinden hareketle Karacaoğlan'ın gezgin bir hayat sürdüğü söylenebilir. Tüm Anadolu'yu, Balkan ülkelerini, İran'ı, Azerbaycan'ı gezmiş efsane bir şahsiyettir. Hem kişiliği hem de yaratıcılığıyla ilgili anlatıların halk arasında çok yaygın olması sonucunda, ondan sonra yaratılan ve ona ait olmayan şiirler bile bazen ona atfedilir. Karacaoğlan'ın şairlerin ve şairin kendisine ait ya da ondan çok etkilendiği âşıkların "mühürlü" eserleri Türk, Azerbaycan ve Türkmen edebiyatının en parlak sayfaları arasında yer alır. Karacaoğlu'nun 1991 yılında Bakü'de yayınlanan kitabına önsöz yazan Gara Namazov ve İsmail Ömeroğlu, "Azerbaycan, Karacaoğlu'nun ikinci yurdudur. Şairin Gadabeyli olduğu ve Göyçe'de yaşadığına dair efsaneler de vardır."
Ama daha da önemlisi Karacaoğlan'ın şiirlerinin Azerbaycan edebiyatının çeşitli örnekleriyle yankılanmasıdır.
"Aslı ile Kerem" destanında Kerem:
Garibin boynuna kefen biçilmez,
Ecel camı çok ağırdır içilmez,
Üç derdim var, bir-birinden seçilmez
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm
- eğer derse
Karacaoğlan da:
Karacoğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Kerem:
Hey ağalar nice olur
Hali yardan ayrılanın
Varır bir engine düşer
Yolu yardan ayrılanın
Karacaoğlan:
Hey ağalar böyle m-olur
Hali yardan ayrılanın
İner ummana dökülür
Seli yârdan ayrılanın
Dizelerini gösteren G. Namazov ve İ. Ömaroğlu, Azerbaycan'da yaygın olduğuna dikkat çekiyor
Elâ gözlü benli dilber
Koma beni el yerine
Gümüş kemerin olayım
Dola beni bel yerine
- şarkının sözleri Karacaoğlan'a aittir.
Karacaoğlan'ın şiirinin bir özelliğine daha dikkat çekmek istiyorum, onun Molla Penah Vagif'ın şiirine yakınlığına, yaşamına, şehvetli, erotik tonlarına...
Ahmet Kabakli şöyle yazar: "Karacaoğlan'ın şiirindeki güzellikler, divanlardaki 'minyatür güzeller' gibi değil, canlı, hareketli, gerçek güzelliklerdir. Bu kadınlar kendi giysileri, yüzleri, saç biçimleri, mizaçları ve karakterleriyle yaşayan varlıklardır."
Bu sözler tamamen Molla Penah Vagif'in güzelliklerine bağlanabilir. Karacaoğlan şöyle diyor:
Koy dolanıp dursun kolun boynumda
Hiç ölüm korkusu gelmez yanında
Bir gecelik mihman olsam koynunda
Uyan sabah deyip kaldırma beni
Veya:
Elâ gözlerini sevdiğim dilber
Göster cemalini, görmeğe geldim
Söyleyim ben sana sözün doğrusu
Soyunup koynuna girmeğe geldim
Mesele 18. yüzyıl şairi MP Vagif'in daha önce yaşamış olan Karacaoğlan'dan etkilenmiş olması değildir. Belki Vagif'in Karacaoğlan'dan haberi bile yoktu. Mesele şu ki, şiirimizin iki kolu olan Anadolu ve Azerbaycan kolları, belli aşamalarda aynı estetik ilkelerle gelişiyor, gelişiyor ve değişiyor. Buradan çıkan daha önemli sonuç ise Azerbaycan ve Türkiye şiir tarihini birbirinden ayrı olarak incelemek ve sistematize etmek, konu, üslup, şekil ve içerik bakımından özelliklerini takip etmenin mümkün olmadığıdır.
Sevdiğim üstünde uçan kuşların
Tutup kanatların kırmağa geldim
Veya:
Vebalin boynuma işte ben öldüm,
Mezarım göğsüne kaz kerem eyle
Herhangi biri:
Ölüm ardıma düşüp de yorulma
Var git ölüm bir zaman da gene gel
Anamı atamı dün aldın yeter
Var git ölüm bir zaman gene gel
Bunları ve onlarca Karacaoğlan mısrasını -bugün konuştuğumuz dilde ses getiren mısraların yanı sıra- kelime tarihimizden nasıl ve neden çıkaralım. Nasıl ki Nesimi ve Fuzuli Türk edebiyat tarihine geçmişse, Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal da Azerbaycan edebiyat tarihinin ayrılmaz isimleri olmalıdır. Sovyet döneminde böyle bir girişim mümkün değildi, ama bugün buna kim engel olabilir?
Aynı şekilde Türk araştırmacılar da ortak edebi değerlerimiz olan Dirili Kurban, Abbas Tufarganlı ve Sarı Aşık'ı incelemelidir.
Ormanda böyüyen adam azgını
Çarşıda, bazarda insan beyenmez.
Medrese kaçkını, sofra bozgunu
Selam vermeye dervişan beyenmez.
Elin kapısında karabaş olan,
Burunu fırtıklı, gözü yaş olan,
Bayramdan-bayrama bir tıraş olan
Berbere gelib de dükkan beyenmez.
Kazak Abdal'ın "Sabırsız" kabadayı taşlaması doğası gereği daha evcildir. Azerbaycan sevdalısı Abbas Tufarganlı'nın (XVII. yy) aynı seviyede, ancak kamuoyunda daha ağır basan ve bugün bile geçerliliğini koruyan asi beyti ile neden sadece Türkiye'nin uzmanları değil, genel okuyucu kitlesi tanışsın?
Ay həzərat, bir zamana gəlibdi
Ala qarğa şux tərlanı bəyənməz.
Oğullar atanı, qızlar ananı
Gəlinlər də qaynananı bəyənməz.
Adam var çox işlər eylər irada,
Adam var ki yetə bilməz murada,
Adam var ki çörək tapmaz dünyada
Adam var yağ yeyər, balı bəyənməz
Adam var ki adamların naxşıdı,
Adam var ki anlamazdı, naşıdı,
Adam var ki heyvan ondan yaxşıdı,
Dindirərsən heç insanı bəyənməz.
Aşık Abbas'ın çok sevdiğim bir şarkısı vardır:
Duman, gəl get bu dağlardan
Dağlar başı bar eyləsin.
Nə gözlərim səni görsün
Nə könlüm qubar eyləsin.
Haşa, sevdiciyim haşa,
Deyilənlər gəldi başa
Bu yandan özün tut daşa
Bir yandan el car eyləsin.
Türkiye'nin büyük tasavvuf şairlerinden biri olan Pir Sultan Abdali'nin Azerbaycan ile yakın bağları vardır. Nesimi Aruz üslubuyla yazdığı şiirlerinde ağırlıklı olarak tasavvuf ve Hurufilik fikirlerini dile getirmişse de Pir Sultan Abdal'ın hece üslubundaki eseri Anadolu'da Kızılbaş-Bektaşi inancının yaygınlaşmasında müstesna bir rol oynamıştır.
Çaldıran Savaşı'nda Sultan Selim'in ateşli silah ve toplarına karşı koyamayan Şah İsmail Hataî, kanaat ve inançlarıyla Anadolu topraklarına girdi. Alevilik, Bektaşilik, Nakşibendilik ve diğer mezheplere inanan yüzlerce şair ve derviş ile bunların yarattığı örnekleri yayan dervişler Türk edebiyatında önemli bir yer tutmaktadır.
Türk yazarlarının "tekke şairleri" olarak tanımladıkları bu üslubun en parlak temsilcilerinden biri de Pir Sultan Abdal'dır. Araştırmacı Latif Uğurtek, "Abdal" kelimesini şöyle açıklıyor: "Abdallar çoğunlukla yerleşik ve kısmen göçebe Alevi-Kızılbaş boylarıdır, soyları Türkmen'dir."
"Abdal" kelimesi, şairlerin mahlaslarında (Kaygusuz Abdal, Teslim Abdal, Kazak Abdal) şaşkın, serseri, avare, ahmak anlamlarına karşılık gelse de, belli bir kanaate sahip kişi anlamına gelmektedir. tasavvuf, Mevlevilik, Alevilik, Bektaşilik, Nakşibendlik vb mezheplere mensup sanatçıların yaratıcılığı ile ilgilidir. , Gül Hüseyin, Gül Mazlum, Gül İbrahim de bu yolun yolcusudur.
Ahmet Kabakli, çok ciltli "Türk Edebiyatı" adlı eserinde Pir Sultan Abdal'ın yüksek şiir yeteneğini kabul eder ve bu şairin Safevilerin Osmanlı düşmanlığına ve propagandasına alet olduğunu yazar.
Pir Sultan Abdal'ın efsanevi trajik hayatı da inançlarıyla bağlantılıdır. Çeşitli kaynaklarda Pir Sultan Abdal ile ilgili rivayet şöyledir:
Pir Sultan Abdal'ı Hızır Paşa, Osmanlı Padişahına karşı Safevi Şahı Tahmasib'in yanında yer aldığı için Sivas'ta idam ettirir.
Gençliğinde Pir Sultan'ın müritlerinden biri olan Hızır Paşa, Pir Sultan'ın ayaklarına kapanır ve yüksek bir mevkide olması için onu kutsaması için yalvardı. Pir Sultan talebesine cevap verir: Hızır sen vezir olacaksın, gelip beni asacaksın.
Hızır İstanbul'a gider ve gerçekten paşa olur ve Sivas'a vali olarak döner. Hızır eski mürşidini kendisini ziyarete davet eder ve ona lezzetli yemekler sunar. Pir Sultan yemeyi reddeder, sebebi sorulunca da: Zina ettin, haram yedin, yetim hakkını yedin, haram parayla yapılan yemeği ne ben ne de benim köpeklerim yer.
Şair bu sözlerini doğrulamak için iki köpeğini çağırır, önlerine mama koyar, köpekler yemeğe dokunmayınca Hızır sinirlenir ve Pir Sultan'ı Sivas'ın Toprak kalesinde tutuklar. Pir Sultan burada yedi yıl yattıktan sonra Hızır Paşa onu huzuruna çağırmış: İçinde Şah'ın (Safevi Şahı - A.) adı geçmeyen üç şiir okursan seni affederim - der. Hızır'ın teklifinden sonra Pir Sultan şu meşhur şiiri okur:
Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar şaha gidelim
Siyaset günleri gelip çatmadan
Açılın kapılar şaha gidelim
Her nereye gitsem, yolum dumandır
Bizi böyle kılan, ahd-ü peymandır
Zincir boynum sıktı hayli zamandır
Açılsın kapılar şaha gidelim
Yaz selleri gibi akar çağlarım
Hançer aldım, ciğerciğim dağlarım
Garip kaldım, şu arada ağlarım
Açılsın kapılar şaha gidelim
(Şair başka bir şiirinde "Pir Sultan Abdalım Hataî Şahım" dese de araştırmacılara göre bu şiirde Şah İsmail'in oğlu Tahmasb kastedilmektedir).
Bunun üzerine Hızır Paşa, Pir Sultan'ın asılmasını emreder. Ancak Pir Sultan hırkasını darağacına asarak ortadan kaybolur. Efsaneye göre idamından sonra Malatya, Koçhisar yolu ve diğer yerlerde görülmüş. Bir efsaneye göre Pir Sultan, Kızılırmak nehrinin üzerinden geçerek "eğil köprü" demiş, köprü eğilerek sular altında kalmış, şairin peşine düşenler nehrin karşı yakasında şaşkına dönerek niyetlerinden vazgeçmiş. Sonunda hayaline kavuşan Pir Sultan, Safevi şehri Erdebil'e ulaştı ve bu şehirde öldü. Mezarının yeri bilinmiyor.
Bir şiirinde de Pir Sultan'ın ölüm ve diriliş (reenkarnasyon) inancına yakın olduğuna dair bir ima vardır:
Yüre bire Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir
Şah'ı sevmek suç mu bana
Kem bildirdin beni Han'a
Can için yalvarmam sana
Şehinşah bana darılır
Ben Musa'yım sen Firavun
İkrarsız Şeytan-ı lain
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür dirilir
(altı çizili - A.)
Ahmed Kabakli, çok ciltli kitabında, edebiyat tarihimizde mezhepsel ve siyasi inançlarını en açık biçimde ifade edenlerin Pir Sultan ve Nazım Hikmet olduğunu belirtir.
Azerbaycan edebiyat tarihine geçen Sivas hükümdarı Gazi Burhaneddin gibi Sivaslı Pir Sultan'ı da ortak şiirimizin nurlu yüzü olarak takdir etmeliyiz.
Azerbaycan'ın Safevi devletinin Kızılbaşlık fikirlerine olan bağlılığı ve o bu inancın yolunda öldüğüne göre, özünde onun berrak ve saf şiir dili nedeniyle, elbette büyük şairi Türk edebiyatından ayırmadan "kişiselleştirmemiz" gerekir.
Bülbül olsam desem gelsem
Hakkın dîvanına dursam
Ben bir yanıl alma olsam
Dalında bitsem ne dersin
Dizeleri bizim şarkılarımızdan farklı mı?
Veya bir başkasından:
Ağaçlarda yeşil yaprak
Bastığımız kara toprak
Yer altında kefen yırtmak
Boynumuzdan aşar bir gün
Bu son dizeler hangi fantezileri besliyor?
Alçakta yüksekte yatan erenler
Yetişin imdada hangi yere gideyim
Başım alıp hangi yere gideyim
Gittiğim yerde de buldu dert beni
Duyguların samimiyeti ve dilin harika büyüsü açısından Pir Sultan'ın mısraları kulağa ne kadar modern geliyor:
Bu yıl bu dağların karı erimez
Eser bâd-ı sabâ yel bozuk bozuk
Türkmen kalkıp yaylasına yürümez
Yıkılmış aşiret il bozuk bozuk
Pir Sultan'ım yaratıldım kul diye
Zâlim paşa elinden mi öl diye
Dostum beni ısmarlamış gel diye
Gideceğim amma yol bozuk bozuk
Pir Sultan Abdal'ın alenen protestosu özellikle şu mısralarda dikkat çekicidir:
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi
Sürülüp kasaba gittik
Kanarada mekan tuttuk
Seri Hakk'a teslim ettik
Ölüye saydılar bizi
"Pir Sultan Abdal" adlı çalışmanın yazarı Cemal Anadol (bu arada yazar bu kitabı Halil Rıza Ulutürk'ün aziz ruhuna ithaf etmiştir), şairin şiirlerinde dağ temasına özel bir yer ayırmıştır.
Pir Sultan'ın şiirlerinde dağ sevgisi, şah sevgisi ile eş tutulmuştur.
Engürü Dağı’ndan bir yol azıttım
Acep şâha gider yollar bu m’ola
Sarardı gül benzim ayvaya döndü
Acep şâha giden yollar bu m’ola
Gence yakınlarında Pir Sultan dağı var, genç folklorcu bilim adamı Sadnik Pashayev, bu dağın şairin adıyla bağlantılı olduğunu ve hatta soyağacını Pir Sutan Abdal ile ilişkilendirdiğini iddia ederek Pirsultanlı mahlasını kabul etti.
Türk ve Azerbaycan şairleri ve aşıkları dil, şekil, muhteva ve resim ve kinaye sistemi bakımından birbirine çok yakındı. Anadolu şairi İbrahim Dertli (1772-1845), hurafelerin "şeytanın işi" olarak gördüğü sazın savunucusudur.
Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler, ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde?
Abdest alsan aldın demez
Namaz kılsan kıldın demez
Kadı gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde?
İçinde mi, dışında mı
Burgusunun başında mı
Göğsünün nakışında mı
Şeytan bunun neresinde?
Azerbaycan'dan Ashiq Musa (1830-1912) İbrahim Dardlı'nın sesini seslendiriyor gibi görünüyor:
Məclisləri abad eylər,
Nə gunahı telli sazın?
Məlul könüllər şad eylər
Nə günahı telli sazın
Fikrini vermir qələmə.
Zülüm eyləmir aləmə
Pulunu vermir sələmə
Nə günahı telli sazın?
El şairlerimiz de haklarında yaratılan anlatılarla birbirine benzemektedir. Şair Memmed Aslan, Sarı Aşığla ve sevgilisi Goody'nin hikayesinin Karacaoğlan ve Karacağız'ın hikayesiyle aynı olduğunu belirtiyor.
Güzel bayatların yazarı olarak bilinen Sarı Âşık (17. yy), İyi isimli bir kızı sevip kaybetmiş ve sevgilisinin yanına kıbleye değil, Hayır'ın kabrine bakacak şekilde defnedilmesini vasiyet etmiştir:
Aşığı tərsinə qoy,
Tən təni tər sinə qoy
Yaxşını qibləsinə
Aşığı tərsinə qoy.
Sarı Aşık'ın mezarı, topraklarımızın sapık Ermeni işgaline kadar Hakari nehrinin yanında duruyordu.
Yazılı edebiyat ile sözlü sanatımız arasındaki dil farkı açısından 17. yüzyılın iki şairinden, Qovsu Tebrizi'nin gazeli ile Sarı Aşık'ın gazellerinden bir örnek verelim. Şairin Govsi gibi gazellerinin yüksek sanat değerini eksiltmeden, Sarı Aşık'ın benzetmelerinin orijinalliği açısından en yüksek standartlarda ölçülen gazelleriyle karşılaştıralım.
Ark Tebrizi:
Cismi canımdan mənim hicran nə istər bilmənəm
Bu sınıq gəştidən ol tufan nə istər bilmənəm
Məndə yox hiç aruzu, könlüm yaman bitabdır
Zəxm yoxdur sinədə, peykan nə istər bilmənəm
Çeşmi xumarın sənin cismimdə çün qan qoymadı
Qanı dolmuş dideyi-giryan nə istər bilmənəm.
Kasə-kasə qan verir, şükr eləyib nuş eylərəm
Dəxi məndən gərdişi dövran nə istər bilmənəm.
Aşiqin zənciri tari zülfü-kakildən gərək,
Rişteyi-zınnaridən Sənan nə istər bilmənəm.
İşte Sarı Aşık'ın bazı baş belaları:
Aşıq vətən yaxşıdı
Köynək kətan yaxşıdı
Qəriblik cənnət olsa
Yenə vətən yaxşıdı
Aşıq süzgün gözlərin
Qəmdən üzgün gözlərin
Yaxşıdan doya bilməz
Baxsa yüz gün gözlərin
Aşığam aralandım
Ox dəydi yaralandım
Mən səndən ayrılmazdım
Zülm ilən aralandım.
Mən aşığam yüz qandı
Əlli qandı, yüz qandı
Ev yıxmaq bir qandısa
Könül yıxmaq yüz qandı.
Qarşıda qəm oyanı
El yatar, qəm oyanı
Dəryalar oya bilməz
Ürəkdə qəm oyanı
Mən aşıq yüz yerdə üz
Sona tək yüz yerdə üz
Kirpiklər kölgə salıb
Yarılıb yüz yerdə üz.
Mən aşığam üzü şur
Sonam göldə üzüşür
Milçək qanad tərpətmə
Tel tərpənər üz üşür
Zülfün süda mar kimi
Oynar su damar kimi
Sızıldatdın Aşığı
Yağa su damar kimi.
Gözəllik soy iləndi
Şahmar da soy ilandı
Nəsimi tək yolunda
Bu Aşıq soyulandı
Bu gələn kim? Sənəmdi
Kim mənm kimsənəmdi?
Nə kimin kimsəsiyəm
Nə kimsə kimsənəmdi
Mənsurumuz yenə sən,
Səfa gəldin yenə sən
Fikrim, zikrim, xəyalım
Sən, sən, sən, sən, yenə sən.
Bu bayatlar ne zaman ortaya çıktı - 17., 20. veya 21. yüzyıllarda?
Bugün Qovsu gazelini 17. yüzyıl şiiri olarak değerlendiriyoruz. Sarı Aşık'ın dizelerindeki beklenmedik benzetmeler, aliterasyonlar ve tekrarlar, şiirin en modern örnekleri olarak bizleri şaşırtmaktadır.
"Koroğlu ve Dadaloğlu" kitabının yazarı Haşim Nezihi Okay şöyle yazıyor: "Kimsenin bilmediği, sevmediği şeyin değeri nedir? Neye yarar? Anadolu'da bir halk ozanı hiç düşünmeden söyleyebiliriz. bir Hamid (Abdülhak Hamid - A.) hakkında yazmış, bir Beyefendi ( Şahabaddin Bey - A.)'nin yüzlerce kat daha fazla okuyucusu ve hatta müridi vardır.Hamidler ve Beyler salonlarda aydınlar tarafından okunur, halk ozanları okunur. ve köy (köy) kahvehanelerinde ve köy derneklerinde köy gençleri ve köy muhtarları tarafından okunmuştur.Fark budur.Bu ülkede bir Sarvati-Fun şairi kaç erkeğe (kişiye) hitap edebilirdi ve kaç kişi onu anladı? en geniş tahmin bir milyonu geçer mi?Hayır ama o bir halk ozanı değil.Onu Anadolu tanır, sayısı milyonları geçer.Okur ve sever" .
Kitapta yer alan Köroğlu ve Dadaloğlu'nun şiirleri ruhen birbirine yakındır. Nesimi gibi, Pir Sultan Abdal gibi Dadaloğlu da asi bir şairdir. Yani günümüzün muhalif dediğimiz insanlar gibi toplumdan ve yapıdan hoşnutsuzluk ruhunun taşıyıcılarıdır.
Köroğlu'nun sazı ile birlikte Mısır kılıcı, Çanlıbel kalesi ve Gyr atı vardı ama Dadaloğlu'nun sadece kalemi ve sazı vardı ama bu kalem ve bu sazi kılıçtan keskin. (Dadaloğlu'nun Gır'a ithafen bir de şarkısı vardır.
Dadaloğlu, Anadolu Çukurova'da doğdu. Toros dağlarında göçebe bir hayat yaşayan Afşar aşiretindendir. Asıl adı Veli olup, babası Dadaloğlu olarak da bilinen Aşık Musa adında bir şairdir. Dadaloğlu'nun mensubu olduğu Afşar aşireti, Sivas'a sürgüne gönderildiğinde isyan çıkarmış ve Dadaloğlu ünlü "Bizimdir" şiirinde bu olaylarla ilgili ölümsüz sözler söylemiştir:
Kalktı göç eyledi avşar illeri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Bütün devirlerin, bütün siyasi yapıların, bütün ülkelerin ebedi hakikati şu satırlarda yansımıştır: Her otoritenin hükmü geçerlidir, millet dağların ve toprağın ebedi sahibidir. "Düzen sizin, dağlar bizim".
Dilimizi Orta Çağ'ın güçlü Arap-Fars etkisinden koruyan dilimizin en büyük zenginliği halk şiiridir, yani Azerbaycan ve Türkiye dil tarihinde folklor sözlü edebiyattan daha yüksek bir rol üstlenmiştir. Dilimizin saflığını, saflığını, duruluğunu koruyan, hatta bu dili yaşatan halk şiiridir. Bu açıdan 19. yüzyıla kadar Azerbaycan ve Anadolu halk şairlerini anlamak önemlidir.
Ulu önderimiz Haydar Aliyev'in "Bir millet iki devlet" sözünden hareketle tek milletin edebiyatı tek akımda sunulmalı ve incelenmelidir.
Yorum Yazın